Mekke Ziyaret Yerleri
MEKKE ZİYARET YERLERİ
1-MEKKE-İ MÜKKEREME
• Müslümanların kıblesi olan Kâbe-i Muazzama’nın,
• İbadetlere bire yüz bin sevap ihsan edilen Mescid-i Haram’ın bulunduğu,
• Rasülüllah Efendimiz’in doğduğu,
• Nübüvvet ve risalet verildiği,
• Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin birçoğunun nazil olduğu,
• İslamın şartlarından hac vazifesinin ifâ edildiği mübarek şehirdir
Mekke’nin Kur’an-ı Kerim’de geçen isimleri: 1- Mekke, 2- Bekke, 3-Ümmül-Kurâ (yeryüzündeki bütün yerleşim birimlerinin merkezi ve Müslümanların kıblesi sayılması sebebiyle), 4- El Beled, 5- El Beledül-Emin (güvenli yer), 6- El Belde, 7-Harâmün Emin, 8- Vâdi Ğayri Zî Zer’in, 9- Meâd (dönüş yeri), 10- Karye, 11- El Mescidül Haram.
Dünya, merkezinde Kâbe’nin yer aldığı bir dâire şeklindedir. Yeryüzündeki ülkelerin her biri Kâbe’nin bir cephesine bakar. Dolayısıyla Kâbe’nin etrafında gerçekleşen tavaf
dünyanın kendi etrafında dönüşünü sembolize etmektedir.
Kâbe beyti’ş-şeref-i â’zamdır.
Nokta-i dâire-i âlemdir. (Nâbî)
2-HAREM:
Hz. Allah gökleri ve yeri yarattığı gün Mekke’yi harem kılmıştır. Mekke’nin, sınırları Hz. Peygamber tarafından çizilen çevresine Harem (yasaklanmış, korunmuş, dokunulmaz) adının verilmesinin sebebi; zararlılar dışındaki canlıların öldürülmesi ve bitki örtüsüne zarar
verilmesinin haram sayılması, her türlü tecavüzün yasaklanarak buranın güvenli ve dokunulmaz kılınmasıdır.
Haremde işlenen sevap ve günahların karşılığı fazlasıyla görülecektir.
Daha sonra unutulan bu statüsü Hz. İbrahim tarafından iade edilmiştir.
Mekke hareminin sınır noktaları “alem” adı verilen taşlarla işaretlenmiştir. Harem’in çevresi 127 km, alanı 550 km2’lik bir alanı kaplamaktadır.
3-PEYGAMBERİMİZ’İN (S.A.V.) DOĞDUĞU EV
Âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimiz, miladi 571 yılı Nisan ayının 20’sine isabet eden Rabîu-l Evvel ayının 12’nci Pazartesi gecesi tan yeri ağarırken Mekke’de şu an kütüphane olarak kullanılan evde dünyayı şereflendirdi. Ebû Tâlib mahallesinde bulunan bu ev, Efendimiz’inbüyük dedesi Hâşim b. Abdümenâf’a aitti. Onun vefatıyla oğlu Abdülmuttalib’e miras kalan ev, Abdülmuttalib’in mallarını çocukları arasında taksim etmesi sırasında Abdullah’a düşmüş, ondan da Hz.Muhammed’e (S.A.V) intikal etmişti. Peygamber Efendimiz hicretleri esnasında bu mübarek evi Hz. Ali Efendimiz’in kardeşi Akil bin Ebi Talib’e teslim etmişti. Peygamberimiz Medine’ye hicret ettikten sonra bunda herhangi bir hak talep etmemiş,Mekke’ye geldiği zaman da bu evi kullanmamıştır. Akil’in torunları Haccâc’ın kardeşi Muhammed bin Yusuf es-Sakafi’ye sattıklarında Muhammed bin Yusuf, Beyza adındaki malikânesine ilave ettiler. Bu hane bir müddet Muhammed bin Yusuf es-Sakafi’nin adıyla anıldı. Bilâhere Harun Reşid’in zevcesi Zübeyde Hanım, bu yeri satın alarak yerini mescide dönüştürdü. Artık bundan sonra Mevlid-i Nebi (Nebi’nin doğduğu yer) ismi ile şöhret buldu. Söz konusu mescit Kanuni Sultan Süleyman zamanında (964-1557) yeniden yapıldı. Bu mescidin içinde de boş bir kubbe bulunup Hazreti Peygamber’in doğduğu nokta olarak biliniyordu. Suud idaresine geçtikten sonra mescit, günümüzdeki şekline dönüştü. (Kur’an-ı Kerim Atlası s,387) Bugü Safâ ve Merve tepeleri arasındaki sa’y yerinin tam karşısında, Mina ve Aziziye’ye giden tünelin girişine yakın yerde olan bu ev, 1379 (1959) yılından beri Mekke kütüphanesi olarak kullanılmaktadır. Diğer mübarek haneler Mescid-i Haram’ın genişlemesiyle yıkılıp Mescid-i Haram’a dâhil edilmiş, bir kısmı çarşı ve yollara katılmıştır. Rasülüllah’ın doğduğu, birçok harikulâde hadisenin cereyan ettiği o mübarek mekânı ziyaret etmek ve O’na salât-ü selam okumak elbette rahmet ve şefaate vesile olacaktır. Peygamberimiz altı yaşında iken annesi vefat edince dedesi Abdülmuttalib’in himayesine geçti. Sekiz yaşında iken dedesi de vefat edince amcası Ebu Talib onu himayesine aldı. Hz. Hatice validemizle evlenince, daha önce daha önce evinde yanında kaldığı Ebu Talib’in evinden eşinin evine taşındı. (Kur’an-ı Kerim Atlası s,392) EBU TALİB’İN EVİ Ebu Talib’in evi, Hz. Peygamber’in doğduğu ev ile Ebu Kubeys Tepesi’nin arasında idi. Hz. Ali de burada doğmuştu. Önceleri, bunun hatırasına yapılmış bir mescit bulunuyordu. Şimdi ise tamamen yıkılmış ve hac otobüslerinin garajı haline getirilmiştir. (Kur’an-ı Kerim Atlası s,392)
4- CENNET-ÜL MUALLÂ
Cahiliye döneminden bugüne kadar Mekke Mezarlığı olup Harem-i Şerif’in yaklaşık 2 km. kuzeyinde olan bir kabristanlıktır. Mescid-i Cin yakınında bulunan bu yer, İslam öncesinde ve ilk dönem İslam tarihlerinde Hacûn diye geçmektedir. Cennetü’l-Muallâ kabristanını ikiye bölerek batıya doğru, el-Atibiye mahallesine giden yolun rampasına Seniyyetü’l Hacûn denir. Mekke’nin yukarı kesiminde bulunan bu yer zamanla Ma’lât adıyla anılmaya başlanmış; mezarlık da Makberetü’l-Ma’lât adıyla meşhur olmuştur. Rasülüllah Efendimiz Mekke kabristanını göstererek; “Bu kabristan ne güzeldir” buyurmuştur. 1 Medine’deki Bakî Mezarlığı’nın Türkler arasında “Cennetü’l-Bakî” olarak anılmasından dolayı Mekke’deki bu mezarlığa da “Cennetü’l-Muallâ” denilmiştir. Burada müminlerin annesi Hazreti Haticetü’l Kübra (r. Anhâ)’nın mübarek kabirleri, sahabe-i kiram, tabiin ve salihinden birçok kimselerin kabirleri vardır. Abdullah İbn-i Zübeyr (r.abhüma), Hz. Ebu Bekr’in büyük kızları Esmâ (r.anhâ), yine Hz. Ebu Bekr’in oğlu Abdurrahman (r.a.), Abdullah İbn-i Ömer (r.a.), Osman bin Talhâ (r.a.) hazretleri gibi sahabei kiramın büyüklerinden birçok zatların kabirleri de buradadır. Ayrıca Hz. Peygamber’in oğulları Kâsım ile Abdullah’ın kabirleri de buradadır. Hz. Hatice (r.anhâ), hicretten üç yıl kadar önce vefat etmiş. Kabrine bizzat Peygamberimiz indirmiş ve vefatına çok üzülmüştür. Zira Hz. Hatice Validemiz, Peygamberimiz’e ilk ima etmiş, en büyük maddi ve manevi destekçisi olmuş, peygamberimizin yedi çocuğunun altısı Hz. Hatice’den doğmuştur. Hz. Hatice validemizin açık kerameti olarak rivayet edilir ki; her hangi bir kadın, bir şeyde aciz kalıp da onun türbesine gidip, O’nu vesile kılarak Allah’tan yardım talep etse, her halde maksadına ulaşarak döner. Kânûnî Sultan Süleyman 950 (1543-1544) yılında Hatice Validemiz’in kabrinin üstüne yüksek kubbeli bir türbe yaptırmış ve bir de türbedâr görevlendirmiştir. Evliya Çelebi, Cennetü’l-Muallâ’da 75 adet kubbeli mezar, Peygamber Efendimiz’in dedesi Abdülmuttalib ile amcası Ebû Tâlib’in kabirlerinde de kubbeli türbeler bulunduğunu kaydeder. 1926’da Cennetü’l-Muallâ’daki bütün türbeler yıktırılarak mezar taşları kaldırılmıştır. Bugün de Mekke’nin Mezarlığı olan Cennetü’l-Muallâ’da hiçbir türbe ve mezar taşı bulunmamaktadır. Buradan alınan mezar taşları Riyad’a götürülerek müzeye konulmuş ve 2004 yılında Talim ve Terbiye Bakanlığı’nın çıkarmış olduğu bir kitapta 591 mezar taşı metin ve resimleriyle beraber neşredilmiştir.
5- MESCİD-İ CİN
Mekke-i Mükerreme Mezarlığı Cennet-ül Muallâ’nın yakınında ve Harem’i Şerif’in yaklaşık 2 km. kuzeyinde, şehre hâkim bir tepenin üzerinde bir mescid-i şeriftir. Erken dönemlerden itibaren Mekke’nin asayişini sağlamakla görevli gece bekçilerinin bu tepede toplanarak nöbet değiştirmelerinin âdet olması sebebiyle “Mescidü’l-Hurrâs” adıyla da bilinir. Daha sonra burada inşa edilen mescide Mescid-i Cin adı verilmiştir. Buraya ilk mescidi 1700’de Mekke’ye gelen İbrahim Ağa adlı bir mimar yapmıştır. Son olarak 1362’de (1943) yapılan bina 2000 yılında yıkılarak yenilenmiştir. Peygamber Efendimiz hicretten üç yıl evvel Tâif’ten dönerken bu mescid’in arsasında sabah namazı kıldı. Namazda okuduğu Kur’ân-ı Kerim’i cinlerden yedi kişi dinlemiş ve iman etmişlerdi.
6- SEVR DAĞI VE MAĞARASI
Mescid-i Haram’ın güney cephesinde, takriben 4 km. uzaklıkta, Arafat yolu üzerindedir. Dağın eteği ile zirvesi 458 m, takriben 1,5 saatte yaya çıkılabilen bir mesafedir. Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Ebu Bekr-i Sıdık (r.a.) ile hicret ederken bu mağaraya girerek 3 gece kaldılar. Mağaraya önce Hz. Ebu Bekir girerek zararlı bir şey olup olmadığına bakmış, sonra da Rasülüllah Efendimiz girmiştir. Burada kaldıkları sürece Hz. Ebu Bekr’in oğlu Abdullah, gündüzleri müşriklerin arasında dolaşıyor, geceleri malumat getiriyordu. Kölesi Amr ibn-i Füheyre ise o civara koyunları sürüyor, hem Abdullah’ın izlerini kaybettiriyor ve hem de süt ikram ediyordu. Bu mağarada üç mucize sudur etmiştir: 1- Hz. Ebu Bekir’in ayağını yılan sokmuş, Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.) mübarek tükürüklerini sürmüş, o anda acısı geçip şifa bulmuştu. 2- Onlar içeri girdikten sonra Allah’ın emriyle mağaranın ağzına örümcekler ağ germiş ve güvercinler yuva yapmışlardı. 3- Müşrikler mağaranın önüne kadar gelmişler, içlerinden biri aramak istemiş, Ümeyye bin Halef ona; “Orada ne işin var, aklını mı yitirdin? Orada Muhammed doğmadan örümcekler ağını germiş, kuşlar yuva yapmış” deyince mağaraya girmekten vaz geçtiler. Hz. Ebu Bekir; “Müşrikler mağaraya yaklaştıkları zaman ayakları görülüyordu. Dedim Ki: “Ya Rasülallah, başlarını eğseler bizi görürler.” Peygamberimiz (s.a.v.) : “Sus ya Ebâ Bekr, bu ikinin üçüncüsü Allah’tır” buyurdu. Efendimiz (s.a.v.) Cuma, Cumartesi ve Pazar gecelerini orada geçirdi. Üç gün üç gece mağarada gizlenmeleri, tedbir içindi. Müşrikler, onların Mekke civarından uzaklaşmış olduklarına kanaat getireceklerdi. Üç gün sonra, aha evvel kararlaştırıldığı üzere kılavuz olarak tutulan Abdullah b. Üreykit de, kendisine teslim edilen iki deveyle birlikte kendi devesi de yanında bulunduğu hâlde Pazartesi günü seher vakti Sevr Dağının eteğine geldi ve Medine-i Münevvere’ye doğru sahil yolundan hareket edildi
7- ARAFAT
Arafat dağıdır bizim dağımız Orda kabul olur dualarımız (Y. Emre) Mekke-i Mükerreme’nin 25 km. güneydoğusunda, Taif yolu üzerinde düz bir alan olan Arafat, haccın en önemli rüknü olan vakfenin yapıldığı yerdir. En uç noktaları arasında doğudan batıya 6,5 km, kuzeyden güneye 11-12 km uzunlukta olan bu sahanın tamamı 13,68 km2’dir. Bu mübarek mevkiye “Arafat” denilmesi; bilmek manasındaki marifetten gelip; Hz. Âdem ile Havva Validemiz yeryüzüne indikten uzun zaman sonra birbirlerine kavuşup birbirlerini tanıdıklarından, • Cibrîl-i Emin İbrahim (a.s.)a hac menâsikini burada tarif ettikten sonra عرفت هل ( ) “bildin, öğrendin mi?” deyince İbrahim (a.s.) da ( عرفت ) “bildim, öğrendim” dediği içindir. • Diğer bir rivayete göre ise, Arafat itiraftan gelir. İnsanlar burada Cenab-ı Hakk’ın yüceliğini, azametini, kendilerinin acizliğini itiraf ederler. Nitekim Hz. Âdem ve Havva anamız Arafat’ta şöyle yalvardılar: ربنا ظلمنا أنفسنا وإن لم تغفر لنا وترحمنا لنكونن من الخاسرين “Ey Rabbimiz! Biz nefislerimize zulmettik. Eğer sen bizi bağışlamaz, bize acımazsan biz perişan olanlardan oluruz.” (A’râf, 23) Bu yalvarmalarına mukabil Allâh-ü Teâlâ “şimdi kendinizi bildiniz” manasına ( عرفتم ) buyurdu. Dünyanın dört bir tarafından gelen insanların atalar Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın yaptıkları gibi burada birbirleriyle görüşüp tanışmaktadırlar. İnsanlar günahlarını itiraf ederek, Allah’tan af dileyerek kulluklarını ve çaresizliklerini arz etmeleri, af dileyenlerin af edilmelerinden sonra günah kirlerinden temizlenip Cenâb-ı Hakk katında güzel bir kokuya (Arf) sahip olmaları sebebiyle bu adın verildiği de söylenmiştir. Mekke tarihiyle ilgili eserlerde zikredildiğine göre Arafat’ta bahçeler, arefe gününde Mekkelilerin gelip kaldığı güzel mekânlar mevcuttu. Zaman içinde bunlardan eser kalmamış. XX. Asrın ikinci yarısından itibaren ciddi bir ağaçlandırma projesi uygulamaya konularak Arafat yeşil bir mekân olma özelliğini yeniden kazanmıştır. Bunun yanı sıra çeşitli tesislerle hacıların Müzdelife’ye dönüşünü kolaylaştırmak için Arafat’ı buraya bağlayan otoyollar yapılmıştır.
8-CEBEL-İ RAHME VE MESCİD-İ SAHRÂT
Cebel-i Rahme: Arafat Ovası’nın kuzey tarafında, halk arasında “Arafat Dağı” olarak bilinen granit taşlarından oluşmuş tepedir. Âdem aleyhisselam’ın, yeryüzüne inişinin yüzüncü senesi, Kâbe’nin inşasını tamamladıktan sonra Havva Validemizle buluştukları mübarek mevkidir. Peygamberimiz (s.a.v.) arefe günü öğle ve ikindiyi Mescid-i Nemre’de kılmış, Cebel-i Rahme’nin eteğinde Mescid-i Sahrat’ın bulunduğu arsaya gelmiş, Arafat vakfesini orada yapmıştır. Mescid-i Sahrât: Cebel-i Rahme’ye çıkarken sağ tarafa düşen, yarım metre civarında bir duvar ile çevrili, kıble tarafına uzunluğu 13 m, genişliği 8 m. civarında olan yerdir. Peygamberimiz (s.a.v.) veda hutbesini burada îrad buyurmuşlardır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in “Arafat’ın tamamı vakve yeridir” (Müslim, Hac, 149) hadis-i şerifi gereğince zikredilen Arafat sahasının her yerinde vakfe yapılabilir. Ancak hacılar, Hz. Peygamber vakfesini Arafat Vadisi’nin kuzeydoğusunda yer alan 70 m. yüksekliğindeki Cebelü’r Rahme’de Neb’a ve Nübey’a tepeleri arasında bulunan Nâbit tepesi üzerinde yaptığı için aynı yer ve çevresinde bulunmayı arzu ederler. Bundan dolayı bu bölge hacıların izdihamına en çok maruz kalan bir bölge olagelmiş, hacılara hizmet vermek üzere kurulan sosyal tesisler daha çok bu çevrede yoğunluk kazanmıştır.
9-MÜZDELİFE
Müzdelife: Arafat ile Mina arasında, Harem sınırları içerisinde, Arafat Vakfesi’nden sonra ikinci vakfenin yapıldığı mukaddes yerdir. Toplam alanı 963 hektar olan ve günümüzde sınırları işaret levhalarıyla belirlenen Müzdelife, Mekke-i Mükerreme’ye 13 km. mesafededir. Peygamber Efendimiz, Veda haccında Arafat vakfesinin ardından Müzdelife’ye gelip Kuzah tepesine yakın bir yere inerek yatsı vaktinde akşamla yatsı namazını birleştirerek kıldırdı. 1 Müzdelife; İzdilaftan, yakınlık ve toplanmak manasına gelir. Bu adın verilmesi;
a). Hac mevsiminde Arafat’tan inen insanların toplanarak zikir, dua ve vakfe ile Allah’a yaklaşmaları sebebiyle,
b). Bu yerin Allah’a yaklaştırmasından dolayı verilmiştir
Yine Müzdelife; • Müzdelife, Hz. Âdem ile Hz. Havva Validemizin Arafat’tan sonra zifaf oldukları (buluştukları) yerdir. • İnsanların toplanıp bir araya geldikleri, • Akşam ve yatsı namazları yatsı vakti girdikten sonra birlikte kılındığı için “toplanma, bir araya gelme” anlamında Cem’ diye de adlandırılmıştır
Ayrıca bazı âlimler Kur’ân-ı Kerim’de; فإذا أفضتم من عرفات فاذكرواالله عندالمشعرالحرام “Arafat’tan indiğiniz zaman Meş’ari Haram yanında Allah’ı zikredin” 2 ayet-i kerimesinde geçen “Meş’ari Haram” ile Müzdelife’nin kastedildiğini söylemişlerdir. Diğer bazıları da bunun Müzdelife’de Peygamber Efendimiz’in vakfe yaptığı Kuzah Tepesi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Müzdelife’de Kuzah Dağı’nın yanında Mescid-i Meş’ari Haram (Mescid-i Âdem) isminde bir mübarek mescid vardır.
Müzdelife Vakfesi Müzdelife’de vakfe yapmak vaciptir. Peygamber Efendimiz, Veda haccında Arafat vakfesinin ardından Müzdelife’ye gelip Kuzah tepesine yakın bir yere inerek yatsı vaktinde akşamla yatsı namazını birleştirerek kıldırdı. Rasülüllah Efendimiz fecre kadar dinlendikten sonra erkence kalkıp sabah namazını kıldırdı. Daha sonra devesine binerek Kuzah tepesine geldi ve Cenab-ı Hakk’ın; فإذا أفضتم من عرفات فاذكرواالله عندالمشعرالحرام “Arafat’tan indiğiniz zaman Meş’ari Haram yanında Allah’ı zikredin” emri doğrultusunda kıbleye dönüp tekbir ve tehlil getirdi, dua etti. Ortalık ağarıncaya kadar vakfesini sürdürdü. Güneş doğmadan Mina’ya hareket etti. Müzdelife, Peygamber Efendimiz’e üzerinde kul hakkı olanların da bağışlanacağına dair müjdenin verildiği, şeytanların ise perişan olduğu yerdir.
Efendimiz (a.s.) Arafat’ta ümmetinin affı için yaptığı duayı burada da tekrarlamış ve bunun ardından gülümsemişti. Bunun sebebi sorulunca “duasının Allah tarafından kabul edildiğini, bunu öğrenen şeytanın nasıl perişan olduğunu gördüğü için” 1 gülümsediğini ifade etmiştir. Hacıların güneş battıktan sonra Arafat’tan ayrılıp arefe gününü bayram gününe bağlayan geceyi sabah namazı vaktine kadar Müzdelife’de geçirmeleri Hanefi ve Şâfii mezheplerine göre sünnet, Malikilere göre mendup, Hanbelilere göre müstehabtır; belirli bir süre kalarak vakfe yapmak ise bu mezheplere göre vaciptir.
Müzdelife Vakfesinin Zamanı: Peygamber Efendimiz’in güneş doğmadan Müzdelife’den ayrılmasını esas alan Hanefilere göre vakfenin zamanı, kurban bayramı günü fecri sadıkın doğması (sabah namazı vaktinin girmesi) ile başlar, güneşin doğması ile biter. Bu süre içinde az bir vakit dahi olsa Müzdelife’de bulunursa vacip yerine gelmiş olur. Hanefi mezhebine göre fecirden önce veya güneş doğduktan sonra yapılan vakfe geçerli değildir
10-MİNA
Mina: Men ve ihsan manasına olup aynı zamanda Arapça’da insanların toplandığı veya kan akıtılan yere de mina denir. Mina, Mekke-i Mükerreme ile Müzdelife arasında Mescid-i Haram’ın yaklaşık 7 km. kuzeydoğusunda, Sabır dağı ile Mürselat Dağı arasındadır ve Harem sınırları içindedir. Mina adının verilmesi; a. Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve bereketinin bol olduğu yer olduğu için, b. Hz. Âdem burada cenneti temenni (arzu) ettiği için, c.Cenâb-ı Hakk Hz. İbrahim’e ve bütün kullarına menn (lütuf) ta bulunduğu için, d. İnsanların bayram günlerinde burada toplanması ve Allah’a yaklaşıp azabından emin olma ümidi ile kurban kestikleri içindir.Mina, Harem hudutları içerisinde olup;Hz. İbrahim’in şeytanı taşladığı, • Oğlu İsmail (a.s.)’a bedel olarak koç kestiği, • Mescid-i Hayf’ın bulunduğu, • Ensar ile birinci ve ikinci Akabe biatlarının yapıldığı, • Veda haccı esnasında Nasr suresinin nazil olduğu, • Teşrik günlerinde Rasülüllah (s.a.v.) Efendimiz’in gecelediği, • Mürselat suresinin nazil olduğu mübarek bir mekandır.Peygamber Efendimiz’in uygulaması doğrultusunda Arafat’a giderken yevm-i tevriyede bir gün, şeytan taşlama günlerinde üç gece Mina’da kalmak sünnettir. Aynı şekilde Harem sınırları içinde kesilmesi gereken hac kurbanının Mina’da kesilmesi, yine hac ibadetinin önemli bir parçası olan “saç kesme ve kısaltma” nın da Rasül- ü Ekrem’in tatbiki sebebiyle Mina’da yapılması daha faziletli kabul edilmiştir. Arafat ve Müzdelife gibi ortak bir ibadet mekânı olduğundan 812 hektarlık bir alanı kapsayan Mina’nın da özel mülkiyete konu olamayacağı Hz. Peygamberimiz tarafından bildirilmiştir. 1 Buraya ne zaman gelinirse dua ve niyazda bulunulmalıdır. Mina sınırları içinde ve yakın çevresinde bazı mühim hadiselerin hâtırasını yaşatan birkaç mescid bulunmaktadır. Bunlar; 1. Mescid-i Hayf 2. Mescid-i Bey’a 3. Mescid-iKebş 4. Mescid-iNahr (Menhar) 5. Mescid-i Kevser 6. Mescid-iMürselât
11-NUR DAĞI VE HİRA MAĞARASI
Cebel-i Nur: Mekke-i Mükerreme’nin kuzey doğusunda, Mescid-i Haram’a yaklaşık 5 km. mesafede, içinde Peygamberimiz’e ilk vahyin geldiği mağaranın da yer aldığı dağdır. Cebel-i Nur (Nur Dağı) diye anılması, insanlara en doğru yolu gösteren vahiy nurunun bu mağaraya inmesi sebebiyledir. Gâr-ı Hıra: Cebel-i Nûr’un zirvesinin 20 m. kadar aşağısındadır. Rasülüllah Efendimiz’e ilk vahyin geldiği yerdir. Mağaranın uzunluğu 3 m, genişliği 1,30 m, yüksekliği 2 m.dir. Bu mağaranın Efendimiz’in hayatında çok ayrı bir yeri vardır. Burası mağara olarak anılmakla birlikte aslında üst üste yığılan kaya blokları arasında kalmış iki tarafı açık, sivri tonozlu tünele benzer şekilde gayri muntazam bir boşluktan ibarettir. İçerideki boşluk, bir kişinin başı tavana değmeyecek şekilde ayakta durabileceği kadar yükseklikte ve yere uzanabileceği kadar genişlik ve uzunluktadır. Mekke-i Mükerreme’de Hz. İbrahim’in tebliğ ettiği dine tabi olan bazı kimseler (Hanif) Recep ve Ramazan gibi aylarda burada inzivaya çekilirlerdi. Hz. Muhammed’in dedesi Abdulmuttalib de bunlardan biriydi ve zaman zaman Hira’daki mağaraya çekilip kendini ibadete verirdi. Efendimiz (a.s.) da muhtemelen otuz beş yaşlarında iken Ramazan aylarında dedesinin inzivaya çekildiği bu mağaraya gidip-gelmeye başladı. Hira’dan her inişinde evinden önce Mescid-i Haram’a giderek Kâbe’yi tavaf etmeyi âdet edinmişti. Hicretten önceki Tâif yolculuğu dönüşünde de Rasül-ü Erkem, Mekke’ye girebilmek için himayesine sığınabileceği bir kimse ararken Hira Mağarası’nda beklemişti. Peygamber Efendimiz 39 yaşında sadık rüyalar görmeye başlamıştı. Son 6 ayda tamamen şehirden, evlerden ve insanlardan uzak bu mağarada tefekkür ile meşgul oluyordu. Nihayet 40 yaşına bastığı Miladi 610 yılı Ramazan ayının 17’sinde, daha önce hiç karşılaşmadığı Cebrail (a.s.) ilk defa Hira Mağarası’nda iken ilk vahyi getirmişti. Cibril-i Emin bütün ufku kaplamış ve bir taht üzerinde oturmuş halde Rasül-ü Erkeme aslî suretinde görünmüş; “Ya Muhammed! Ben Cebrail’im, sen de Allah’ü Teâlâ’nın peygamberisin” dedikten sonra Alak suresinin ilk beş ayetinden oluşan ilk vahyi getirmiştir. Bu suretle Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.) peygamberlikle vazifelendirilmiş oldu. Bu vahiy de Gâr-ı Hıra’da gelmiş oldu. Rasülüllah Efendimiz’in Hira’da geçirmiş olduğu inziva hayatının ve peygamberlik görevinin burada başlamasının hem şahsı, hem de Müslümanlar için önemi büyüktür.
12- MESCİD-İ ÂİŞE
Harem-i Şerif’e 6 km. mesafede, Medine tarafından harem hududu olan Tenim’dedir. Hz. Âişe veda haccında peygamberimizle beraber haccetti. Özrü sebebiyle umre yapamamıştı. Medine’ye dönecekleri zaman Peygamber Efendimiz’e; Ya Rasülallah! İnsanlar hac ve umre ile dönüyor, ben ise umreden mahrum oldum” dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kardeşi Abdurrahman (r.a.) hazretleri ile beraber umre yapmak için Tenim’e gönderdiler. Orada ihramlanıp, iki rekât ihram namazı kıldılar. Bunun için orada yapılan mescide, Mescid-i Âişe ismi verilmiştir.
13- MESCİD-İ CÎRÂNE
Bu mescid-i şerif Mekke-i Mükerreme ile Tâif arasındadır. Peygamberimiz (s.a.v.) hazretleri, hicretin sekizinci yılında Tâif’in fethinden dönerken Zilkade ayının on ikinci Çarşamba günü burada umre için ihrama girmiştir. Bu mübarek yerden yetmiş peygamberin ihram giyip umre yaptıkları peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz’den nakil olunmuştur.
14- HUDEYBİYE
Harem hudutları haricinde, Mekke’nin kuzeybatısında, Mescid-i Haram’a 24 km, şu an Şümeysî diye isimlendirilen beldededir. Bî’at-ür-Rıdvan, Hudeybiye Musalahası burada yapılmıştır. Hicretin üzerinden 6 yıl geçmişti. Muhacirler hem vatanlarını, hem Mekke’de kalan ailelerini ve de kâbe’yi ziyareti çok özlemişlerdi. Fetih suresi 28. Ayette anlatıldığı gibi, sefere çıkmadan önce Hz. Peygamber, rüyasında ashabı ile güven içinde Mekke-i Mükerreme’ye girerek umre yaptıklarını görmüş ve bunu anlatmıştı. Peygamberimiz (s.a.v.) Hicret’in 6. yılında 1400 kadar ashabı ile umre yapmak üzere Hudeybiye (eş-Şümeysi) kuyusunun başına kadar geldi. Kureyşliler Mekke’ye girmelerine mani olmak için süvariler gönderdiler. Peygamberimiz (s.a.v.), Kureyşlilerle görüşmek ve maksatlarını anlatmak bazı sahabileri Mekke’ye gönderdi ise de başarı sağlanamayınca üzere Hz. Osman’ı gönderdi. Hz. Osman onlara maksatlarının yalnız Kâbe’yi ziyaret etmek olduğunu ve bunu ifa ettikten sonra tekrar Medine’ye döneceklerini söyledi. Onlar, yalnız Hz. Osman’ın Kâbe’yi ziyaret edebileceğini ve diğerlerine müsaade etmeyeceklerini bildirdiler. Hz. Osman Rasülüllah ve arkadaşları olmadan asla buna razı olamayacağını söyleyince, müşrikler onun bu tavrını beğenmedi ve hapse attılar. Bunun üzerine Rasülüllah’a Hz. Osman’ın şehid edildiği haberi ulaştı. Bunu duyar duymaz, Allah Rasülü, ashabını kendisine biat etmeye ve Hz. Osman’a yapılanın cezasını vermek üzere Mekke’ye yürümeye çağırdı. Müslümanlar şecere-i Rıdvan altında müşriklerle son demlerine kadar harb etmeye biat ettiler. Bu bîata “Bî’at-ı Rıdvan” diye isim verildi. لقد رضى الله عن المؤمنين اذ يبايعونك تحت الشجرة فعلم ما فى قلوبهم فانزل السكينة عليهم وأثابهم فتحاً قريباً . ومغانم كثيرةً يأخذونها وكان الله عزيزاً “Şüphesiz Allah, (Hudeybiye’de) o ağacın altında sana biat ettikleri zaman, müminlerden razı oldu. Onların kalplerindeki ihlâsı bildiği için üzerlerine sekin, huzur ve güven indirdi. Onlara yakın bir fetih ve elde edecekleri birçok ganimetler nasip etti. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Fetih, 18-19) Müşrikler bunu duyunca sulh etmeye karar verdiler. Hz. Osman salimen döndü. Kureyşliler sulh isteğini arz etti ve ilk önce Müslümanların aleyhine görünen, gerçekte fetih sayılan Hudeybiye Sulhu imzalandı. Kurbanlar kesilerek umre yapılmadan dönüldü. Peygamberimizin rüyası, ertesi yıl Zilkade 7 (Mart, 629) tarihinde gerçekleşmiş, kaza edilen umre “Umretü’l Kazâ” ismi ile tarihe geçmiştir. Muhtemelen, sulhun yapıldığı yer, “eş-Şümeysi” adlı beldenin doğusunda takriben 1 km mesafedeki mezarlığın yanındadır. Konuyla ilgili çalışma yapanların belirttiğine göre Kur’an- ı Kerim’in “tahteşşecere” (ağacın altı) dediği yer, zikri geçen kabristanın hemen kenarındaki ağaçların dibindedir. Eş-Şümeysi’nin takriben 2,5 km doğusunda harem sınırına işaret eden abide mevcuttur.